20 Haziran 2017 Salı

    • James Bugental, Victor Frankl, Rollo May, İrwin Yaloom önemli temsilcileridir.
    • Insan tanımlanması gereken bir nesne değildir, insan her şeyden önce bir varoluştuan tanımlanması gereken bir nesne değildir, insan her şeyden önce bir varoluştur.
    • Varoluşçu yaklaşım insanı açıklamak için "fenomenolojik" inceleme yöntemini kullanmaktadır. Fenomenolojik görüşün temel anlayışına göre tek bir doğru yoktur, doğrular bireyin yaşadıklarıdır.
    • Danışmana yönelik teknikler önerilmemiştir.
    • Varoluşçu yaklaşımda danışmanın özü danışanın kendi varoluş bilincine ulaşmasıdır. Kendi sorumluluklarının farkına vararak üstlenmesini sağlamaktır.
    İnsana Bakış açısı:
    İnsan yaşamının belirleyicileri insanın geçmişi ve içsel dürtüleriyle kısıtlanamaz. İnsan hiçbir kalıp ve standart içine sokulamaz.
    DASEİN(dünyada var olma) 
    Birey en iyi kendi bakış açısıyla anlayabileceği bir dünyada varolmaktadır. Varoluşçu yaklaşıma göre insanlar birbiriyle eş zamanlı dört ayrı tarzda dünyada var olmaktadır.
    Umwelt: İnsanın varlığını sürdürme ve biyolojik gereksinimlerini karşılama dünyasıdır. Umweltte yaşayan insan davranışlarını biyolojik ihtiyaçlarına göre düzenlerler
    Mitwelt: insanın diğer insanlarla kurmuş oldukları kişilerarası ilişkileri kasteder.Umweltle mitwelt arasındaki fark aşk ve sex arasındaki farka gibidir.
    Eigenwelt: Bireyin kendi iç dünyasıdır.
    Überwelt: Bireyin maneviyatla olan ilişkisidir.
    ÖZGÜRLÜK VE SORUMLULUK
    Kişinin yaşamı tamamen kendi sorumluluğundadır; kendi hayatının yazarı tamamen kendisidir.
    KAYGI
    Kaygı insan olmanın kaçınılmaz bir parçası olarak yüzleşmemiz gereken, hayatta kalmak, korunmak varlığını savunmak için bireyin kişisel olarak verdiği çabalardan doğmaktadır. Normal kaygı ve nevrotik kaygı olmak üzere iki tür kaygı vardır. Normal kaygı bireyin günlük yaşamında doğal olarak var olan geçici kaygılardır. Nevrotik kaygı ise insanın kendi kendine var ettiği anlamsız aşırı kaygı duyma davarnışlarıdır.
    YAŞAMDA ANLAM
    Hayatta anlam bireyin hayatına kendi biçtiği değerdir. Insanlar genelde kendi hayatlarının anlamını ve amacını sorgularlar. Bireyler aktif bir şekilde yaşamlarına anlam vermeye, deneyimlerini anlamlandırmaya ve yaşamalarının anlamlarını oluşturmaya çalışırlar. Yaşamda anlam durağan bir olgu değil, dinamik bir kavramdır.
    ÖLÜM VE VAROLUŞUN FARKINA VARMA
    Yaşamla ilgili kesin olacağı şey sona ereceğidir. Ölümden korkmak yaşamdan korkmaktır. Frankl ölümü bir tehdit olarak değilde bireylerin yaşamlarını dolu dolu geçirmeleri için bir teşvik olarak görmüştür.
    SEVGİ
    Sevgi bir insanın  varlığından hoşlanmak ve onun değerini ve gelişimini kendisininki kadar onaylamak anlamına gelir. May(1969) 4 tür sevgi tanımlamıştır;
    1. Seks: Cinsel birleşme ya da cinsel gerilimin boşaltılabildiği bir biyolojik işlevdir.
    2. Eros: Şefkat ve özen gösterme üzerine kuruludur ve uzun süreli bir birliktelik arzusu içerir.
    3. Filia: Dostça ve arkadaşça sevgidir. İki insan arasındaki cinsel  içerikli olmayan hoşlanma duygusudur.
    4. Agape: diğerine duyulan saygı, karşılıksız ve çıkarsız sevgidir. Karşıdaki kişiye adanmışlık duygusudur.
    SOYUTLANMA
    Bireyin diğerleriyle ve doğayla kurulması gereken bağlardaki kopukluğuna soyutlanma denir ve varoluşçular bunun üzerinde dururlar .
    Yaloom'a göre üç tür soyutlanma vardır;
    Kişiler arası soyutlanma: Diğer insanlardan uzaklık
    İçsel soyutlanma: kendinden uzaklaşma durumu
    Varoluşsal soyutlanma: dünyadan ayrı olma derin bir yalnızlık halidir.

    İYİLEŞTİRİCİ AMAÇLAR
    Varoluşçu terapide danışanlar hasta olarak kabul edilmezler, yaşamdan bıkmış oldukları veya yaşama konusunda beceriksiz oldukları düşünülür. İhtiyaçları olan şey durumu gözden geçirmeleri için kaybettikleri yollarını tekrar kendilerinin bulması amacıyla onlara yardım etmektir.
    1. Dadanışanlara otantik yaşamı sürdürmeleri ve kapasitelerini tam anlamıyla kullanabilmeleri konusunda farkındalıklarını artırmalarına yardımcı olmak.
    2. Danışanların özgürlüğünü engelleyen katı alışkanlıklarından kurtulmalarına yardımcı olmak.
    3. Danışanların kaygılarıyla yüzleşmsini sağlamak.
    4. Danışanların yaşam ve ölüm, başarı ve başarısızlık, mutluluk ve hüzün, özgürlük ve sınırlama, belirginlik ve kuşku, sadakat ve ihanet gibi varoluşun zıtlıklarıyla başa çıkmalarına yardımcı olmak.
    DANIŞMAN-DANIŞAN İLİŞKİSİ:
    Yaloom tarafından "terapötik sevgi" olarak belirtilen psikolojik danışmanın danışana yaklaşımı, tedavi edici ben-sen ilişkisinin özel bir biçimidir. Danışman gerçek ilgi ve empatiyle yaklaşmalı, "o an orada olmalı ilkesiyle" hareket etmelidir.
    PSİKOLOJİK DANIŞMANIN AŞAMALARI:
    Genellikle üç aşama vardır;
    1. Başlangıç Aşaması:
    Psikolojik danışman, danışandan dünya ile ilgili görüşlerini tanımlamasını  ve açıklamasını ister. Bu aşamada danışan hayatındaki problemlerin oluşmasında kendi rolünün farkına varabilmelidir.
    1. Gelişme Aşaması:
    Danışanlar kendi değerler sisteminin nereden etkilendiğini anlayabilmeleri için desteklenir. Danışan bu süreçte iç gözlem yapmalıdır. Bu kendini keşfetme süreci danışanın değerlerinde ve tutumlarında yeniden yapılanmaya neden olabilir.
    1. Son Aşama:
    Psikolojik danışman danışanlardan psikolojik danışma sürecinde nelerin farkına vardıklarını ya da öğrendiklerini ortaya koymalarını ister. Bu aşamada başkalarına ait değerler sistemi yerine kendilerine ait bir değerler sistemini oluşturması ve kullanması amaçlanır.
    İYİLEŞTİRİCİ YÖNTEM VE TEKNİKLERİ:
    Varoluşçu terapinin müdahale yöntemleri varoluşçu felsefeye dayanmaktadır. Varoluşçu psikolojik danışmanlar, birçok diğer akımlardan gelen teknikleri seçmekte özgürdürler. Teknikler ikincil plandadır. 
    Varoluşçu terapide benimsenen ilkeler:
    1. Psikolojik sıkıntının altında daha derindeki varoluş konularının olduğu kabul edilir.
    2. Her bir danışanın bireyselliğine ve insan oluşuna saygı duyulur.
    3. Varoluşçu bir yönelimde, danışanın kendi kendisi oluşu, farkındalığı veya subjektifliği esas alınır.
    4. Her şeyin geçici olduğu, bu nedenle geçmiş ve geleceğe temelde şuan ilişkisi içerisinde bakılır

25 Nisan 2017 Salı

Seviyorum Seni

SEVİYORUM SENİ
Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan bir şeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi.

NAZIM HİKMET

22 Nisan 2017 Cumartesi

Sevme Sanatı

Sevme Sanatı psikoloji bilimine insancıl yaklaşımın en önemli temsilcilerinden Erich Fromm'un ünlü kitabının adıdır. Yazar bu kitapta sevginin ne olup ne olmadığı hakkında bilimsel bir üslupla görüşlerini paylaşmış.
Bende sizler için Sevme Sanatı kitabından bazı alıntılar aktarıyorum.

Yalnızlık duygusu aşırı huzursuzluk doğurur. Utanma ve suçluluk duygusunun da kaynağıdır. İnsanoğlu her çağda her toplumda bu yalnızlık duygusuyla karşı karşıya kalmıştır ve her zaman onu yenmeye çalışmıştır.İlkel toplumlarda tıpkı bir bebeğin annesini kendi benliğiyle bir tutması gibi doğayla bir tutma vardı ve bu yalnızlığı gidermekteydi. İnsanlık geliştikçe yalnızlığını gidermek için çeşitli yollara başvurdu. Yalnızlıktan kurtulmanın yollarından biriside dinsel törenlerdi. Dinsel törenler herkes tarafından ortak bir şekilde yapıldığından suçluluk ve yalnızlık duyguları yok oluyordu. Fakat bu tür törenlerin yok olduğu bir çağda insanlar alkole ve maddelere sığınıyor.    

Sevebilmek için olgun, yaratıcı bir kişilik gerektiğine göre belli bir uygarlıkta yaşayan kişinin sevebilme yetisi bu çağın bu kişi üzerindeki etkisine bağlıdır.
Tüm uygarlığımız karşılıklı kar sağlayan bir alış-veriş düşüncesi, satın alma açlığı üzerinde yükseliyor.

İnsan kendine karşı duyarlı olmadan yoğunlaşmayı öğrenemez. Bu ne demektir? İnsan her zaman kendisini düşünmeli kendisini "çözümlemeli" mi demektir? Bir motora karşı duyarlı olmaktan söz etseydik, bunun ne demek olduğunu açıklamak hiçte güç olmazdı. Örneğin araba kullanan herkes motora karşı duyarlıdır. Alışılmamış en küçük bir gürültü bile hemen fark edilir. Araba kullananlar yoldaki iniş çıkışlara, öndeki arkadaki arabaların hareketlerine karşı duyarlıdırlar. Başka bir insana karşı duyarlı olma durumunu ele alırsak bunun en iyi örneğini annenin çocuğuna karşı gösterdiği duyarlılık ve uyanıklıkta görebiliriz. Anne çocuğunun bazı bedensel değişikliklerini, isteklerini, huzursuzluklarını, çocuk bunları belirtmeden önce görür duyar. Anne uyanık bir dengelilik içindedir; çocuktan gelecek her türlü anlamlı çağrıya açıktır. İnsanda kendine karşı aynı biçimde duyarlı olabilir. Örneğin insan yorgunluğunun da, isteksizliğinin de farkında olabilir; kendini bu duygulara bırakmak yerine kendine ne oldu diye sorar. Kızdığı üzüldüğü zamanda olur aynı şeyler. Bundan başka içimizden gelen  sese de açık olmamız gerekir; içten gelen bu ses bize, neden huzursuz, üzgün ya da kızgın olduğumuzu bildirir. 

Sevgi yalnız belli bir insana bağlılık değildir; bir tutumdur; kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır.

Birisini sevmek yalnız güçlü bir duyguya kapılmak değildir; bir karardır, bir yargıdır, bir söz vermedir. Sevgi yalnızca duygudan oluşsaydı birbirini ölünceye dek sevmek için söz vermek gerekmezdi. Duygular gelip geçicidir. Eyleme yargı ve karar karışmamışsa o duygunun ölünceye dek süreceğini nasıl bilebiliriz?

Sevgi özgürlüğün çocuğudur hiçbir zaman zorbalığın çocuğu olmamıştır.






Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok


Emekli tümgeneral sayın Osman Pamukoğlunun bizlere 1994-1995 yılları arasındaki terörle mücadeleyi anlattığı kitabı hakkında düşüncelerim:

Doğuya hiç gitmeyip, oraya dair malumatı Televizyondan ibaret veyahut yaşı dolayısıyla o günleri hiç görmemiş insanlarımızın dikkatle okuması elzem olan kitap zira ülkemizin yıllardır pkk terörüne karşı verdiği savaşı, mücadeleyi doğrudan yaşayanların gözünden en dobra haliyle sunar bizlere. Yapılan tüm yanlışlara rağmen Türkiyenin asla yenilmeyeceğini ve asla boyun eğmeyeceğini anlarsınız bu kitabı bitirdiğinizde. 
Sonra aklınıza bir soru takılıverir hemen.Tüm bu zorluklara niçin katlanır insan? derdi nedir de dondurucu kışın ortasında, 3000 metrenin üzerindeki dağlara terörist avlamaya gider? 
Sebebi 298. sayfada anlatılır kanımca:
'' ejder-kış bitmişti.
harekatın ilk günü hakurk'a yaklaşırken iki şehit vermiştik. harekat boyunca 134 pkklı ölü ele geçirildi. hakurkta bulunan her 10 silahtan biri, her 1000 mermiden biri, her 100 mayından biri sadece bir kişiyi öldürse bu, binlerce insanın ölmesi demekti.'' Mücadelenin asıl amacı insanların ölmemesiydi.
Tüm aziz şehitlerimizin ruhu şad olsun.

Aldığımız Kararlar Bizi Biz Yapar


"hayatımızın bir haritası varsa şayet, yollarda değil, yol ayrımlarında çizilmekte. İki şey arasında tercih yaptığımız o kısa, kısacık anlarda. Göz açıp kapayana kadar değişir kaderimiz, tek bir kararla.''
Elif Şafak